YAZARLAR

Tümü

Yiğidi öldür, hakkını yeme: N kimlikli bir mülteci gözüyle İsviçre sağlık sistemi üzerine

(2 Gün, 12 Saat önce)
İsviçre Göç Sekreterliği, standart ret gerekçe metinlerinden biri; “Ret kararınızın gerekçelerinden biri olarak, Türkiye’de de iyi bir sağlık sisteminin bulunduğu belirtilmiştir.”

Mehmet Murat Yıldırım
Kimi zaman bir bardak çayla başlar iyileşme süreci. Kimi zaman bir hemşirenin göz kırpışıyla. Oysa biz Türkiye’de, iğne batmadan önce azar işitmeye, damar yolu açılırken onur kırılmasına alışığız.

Yaklaşık bir aydır İsviçre’de göçmenlerin öz örgütlenmesi olan PangeaKolektif içinde ve yine bu çabaların ürünü olan Stop N Delay mülteci inisiyatifinde aktif olarak çalışıyorum. Bu sayede, N kimliğiyle yaşayan bir mülteci olarak, İsviçre’deki yaşamın ne kadar zorlayıcı olabileceğini her gün yeniden öğreniyorum. Bekleyişin hiç bitmediği sığınma prosedürleri, insani olmayan kamp koşulları, zorla çalıştırılma pratikleri, Türkiye’den  gelen mültecilere yönelik adil olmayan ret kararları… Tüm bunlar hâlâ büyük bir gerçeklik.

Fakat hakkını da teslim etmek gerek. İsviçre’de, özellikle fiziki sağlık söz konusu olduğunda, mültecilere yönelik oldukça duyarlı ve hızlı işleyen bir sistem olduğunu gözlemledim. Psikolojik destek hâlâ ulaşılması zor bir alan, ama bedenin acısı görüldüğünde sistem harekete geçiyor.

Bern kantonuna bağlı Thun kentinde bir klinikte kaldım.Geçen hafta, safra kesesi ameliyatı oldum. Türkiye’de kamburluk nedeniyle sırtımdan büyük bir ameliyat geçirmiştim, omurgamda hâlâ 18 adet platin vida taşıyorum. Aynı zamanda yüzde 50 engelli raporum var. Bu bilgilerim burada hiç sorgulanmadan, kuşkusuz bir özenle değerlendirildi. Gelişimden beri sağlık hizmetine hızlıca ulaşabildim.  Hastanede kaldığım günlerde, ne zaman kahve istesem geldi, meyve dedim bir tabak dolusu… Elimden tutan her sağlık çalışanında sabır, nezaket ve saygı vardı.

Türkiye’deki deneyimimse çok daha başka. Sigortalı olduğum hâlde, üniversite hastanesindeki omurga ameliyatım için büyük paralar ödemem gerekti. Hijyenik bir odada kalabilmek için ekstra para vermek zorundaydık. O dönemin parasıyla bir araba alınabilirdi yani. Hastane personelinin çoğu kaba, ilgisizdi. Yardım istemek suç gibiydi.
Ameliyat sonrası idrar torbam dolduğunda hemşireden azar işitmiştim; “Onu sen ya da refakatçin boşaltacak.”
Thun’daki hemşire ise aynı durumda kibarca yardımcı oldu, gülümsedi ve yalnızca “İyi geceler” dedi.

Ve babam…
2018’de çoklu organ yetmezliğinden kaybettik. Devlet hastanelerinde aylarca süren gecikmeli randevular, geç konulan teşhisler, ilgisizlik… Onu toprağa veren sadece hastalık değil, aynı zamanda çürümüş bir sağlık sistemiydi. Bu durum sağlık emekçisiyle alakalı değil. Yanlış anlaşılmasın. Bu sorun sistemin-sistemsizliğin ta kendisi! 

Buna rağmen İsviçre devleti, mültecilerin ret kararlarında hâlâ şöyle diyor;
“Türkiye’de sağlık hizmetleri iyi, orada tedavi olabilirsiniz.”
Oysa gerçeği biliyoruz. Türkiye’de sağlık sistemi yok! Paran varsa sağlık var. Mahkûmsan, mülteciysen, yoksulsan, yok hükmündesin.
Cezaevindeki ağır hasta tutsakların durumu, sağlık sisteminin vicdansızlığını gözler önüne seriyor. Ölüm döşeğindeki insanlar bile süründürülüyor. (Bakınız: Şakran, Tarsus, Kandıra Cezaevi vakaları.)

İsviçre sağlık sistemini kusursuz göstermek niyetinde değilim. Ama burada sağlık çalışanları mülteciye “yük” gibi değil, insan gibi davranıyor. Bu yaklaşım bile başlı başına bir onarımdır. Buldurun bir ‘sistemin’ varlığını gösterir. Stop N Delay projesi kapsamında görüştüğüm birçok kişi, “Hayatımda ilk kez bir sağlıkçı  bana böyle şefkatli yaklaştı,” diyor.
Bazen bir sağlık sisteminin başarısı, yalnızca bir nazik bakışta gizlidir.

Sözüm İsviçre’ye,

İsviçre, sağlık alanında mülteciye nasıl adil ve insancıl yaklaşıyorsa,
barınma, bekleme süreci, çalışma hakkı, iltica prosedürleri gibi alanlarda da aynı adaleti, aynı iyimserliği göstermelidir.

Çünkü insan onuru yalnızca hastane kapılarında değil, yaşamın her anında korunmalıdır.


İSTANBUL
EURO
45.2939
DOLAR
39.4801
ARŞİV