ELİF GAMZE BOZO
Temmuz ayı geldiğinde çoğu insan hâlâ tatil planlarını, deniz kenarlarını, güneşin tadını konuşuyor. Biz ise yıllardır görmezden gelinen, “öteki” olarak tanımlanan, binalara alınmayan, okullarda hor görülen, işyerlerinde “yük” olarak görülen bir topluluğun sesini yükseltiyoruz: Engellilik Gurur Ayı kutlu olsun!
Ama biz bu ayı kutlarken çiçekli, pastel renkli, süslü posterlerdeki “sempati” cümlelerine sığmıyoruz. Bizim gururumuz, kanla, kemik kırıklarıyla, gözyaşıyla, yalnızlıkla, utançla mücadele edilerek kazanıldı. Bizim gururumuz, sabahın köründe kimseye yük olmadan yolda yürüyebilmek için verilen savaşlarda, tekerlekli sandalye asansörü bozuk olduğu için evde geçirilen sonsuz günlerde, rampasız kaldırımlar yüzünden sokakta kalakaldığımız o anlarda doğdu.
Engelliliğimiz bir “talihsizlik” değil, bir “trajedi” hiç değil. Engellilik, bir kimliktir. Her birimiz, kendi bedenimizin ve ruhumuzun bütün yaralarını taşırken, toplumu da dönüştürme görevini omuzlarımızda taşıyoruz. Çünkü her gün yeniden “insan” olduğumuzu kanıtlamaya çalışmak zorundayız.
Toplum hâlâ bizi “yardım edilmesi gereken zavallılar” olarak görmek istiyor. Bizim ise ne yardıma, ne acımaya, ne de merhamet kırıntılarına ihtiyacımız var. Bizim ihtiyacımız olan tek şey: Haklarımız!
Erişilebilir şehirler, engelsiz okullar, kapsayıcı işyerleri, ayrımcı yasaların ortadan kaldırılması… Yani insan gibi yaşamak.
Ama ne yazık ki, hâlâ aklı başında sayılan nice insan, “Bir engelli ne yapabilir ki?”, “Onlar için özel alanlar var, daha ne istiyorlar?” gibi sorular soruyor. İşte tam da bu yüzden, Engellilik Gurur Ayı bizim için sessiz bir kutlama değil, yumruğumuzu masaya vurma ayıdır!
Bize “ilham kaynağı” diyenlere buradan sesleniyorum: Biz kimseye ilham olmak zorunda değiliz! Biz bu hayatta kendi seçimlerimiz, mücadelelerimiz, başarılarımız ve hayallerimizle varız. Bir vitrin süsü değiliz.
Birçok engelli hâlâ sokakta nefes almak için mücadele ediyor. Sağlamcı zihniyetin “koruyucu” kisvesi altında bizi eve hapsetmeye çalışan ailelerden tutun, “Sen burada otur, izleyici ol” diyen iş arkadaşlarına kadar herkese cevabımız net: Biz izleyici değiliz, oyuncuyuz. Hatta bazen sahnenin ta kendisiyiz!
Engellilik Gurur Ayı, ne yapamayacaklarımızın değil, neler başardığımızın ayıdır. Kırıldık, düştük, sayısız kez yaralandık… Ama hiçbir zaman vazgeçmedik. Her yeni yara, her yeni engel, bizi sindirmek için değil; daha da güçlendirmek için var oldu.
Artık susmuyoruz. Artık saklanmıyoruz. Utançla, korkuyla, edilgenlikle yaşamayı reddediyoruz.
Ve şunu iyi bilin:
Engellilik bir bireysel eksiklik değil, toplumsal bir sorumluluktur. Anayasa’nın 10. maddesi eşitlik hakkını tanır. Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi, her alanda tam ve etkin katılımı bir hak olarak belirtir. Yani bu bir rica değil; anayasal ve evrensel bir zorunluluktur!
Kaldırımlar yüksekse, biz onları yıkacağız. Rampalar yoksa, kendimiz inşa edeceğiz. Söz hakkımız elimizden alınmak istenirse, megafon olup haykıracağız. Bize kapatılan her kapıyı, tek tek, hep birlikte kıracağız. Çünkü bu bir “lütuf” değil, yaşam hakkımızın ta kendisidir.
Bu ay, birbirimize ses olalım. Güçlü olalım. Daha da önemlisi, kendimiz olmaktan gurur duyalım. Çünkü bizim varlığımız; bir slogan, bir afiş ya da bir sempatik fotoğraftan ibaret değil. Biz, bu toplumun eşit yurttaşlarıyız ve hak ettiğimiz yer, merhamet masalarının altı değil, hayatın tam ortasıdır!
Ve son bir kez, daha yüksek sesle haykıralım:
Biz buradayız!
Biz varız!
Biz eksik değiliz!
Biz kimsenin kahramanı değiliz!
Biz bu toplumun eşit, onurlu, bağımsız yurttaşlarıyız!
Ve her şeye rağmen, her engele rağmen, inadına, GURURLA YAŞIYORUZ!