Mehmet Murat YILDIRIM
Kürt halkının mücadelesi, salt bir coğrafya kavgası değil, kimliğin, kültürün ve insan onurunun ayakta kalma savaşıdır. Yüzyıllardır bastırılmaya çalışılan bu ses, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra daha da görünmez kılınmış, Kürtçe yasaklanmış, isyanlar kanla bastırılmıştır. Fakat bu yok sayma politikaları, halkın özgürlük arayışını engelleyemedi.
1978’de Abdullah Öcalan’ın önderliğinde kurulan Kürdistan İşçi Partisi, (PKK) bu direnişi örgütlü hale getirdi ve silahlı mücadeleye yöneldi. 1984’te başlayan silahlı kavga, yıllarca devam etti. Fakat, Öcalan zamanla sadece silahlı mücadelenin değil, barışın da savunucusu oldu. 1999’da büyük bir komployla Türkiye’ye getirilen Öcalan, burada yalnızca bir direniş lideri değil, aynı zamanda diyalog, çözüm ve barış dilinin de mimarı olarak sahneye çıktı.
2013 çözüm süreci: Bir umut dönemi
2013, Türkiye’deki çözüm süreci açısından tarihi bir yıl oldu. Abdullah Öcalan, İmralı Adası’ndan yaptığı çağrı ile barışa dair umutları artırdı. 21 Mart 2013’te Diyarbakır’daki Newroz kutlamalarına gönderdiği mektup, silahların susması ve diyalog yolu ile çözüm arayışına dair önemli bir adım olarak tarihe geçti. Mektubunda Öcalan, PKK’nin silahlı mücadeleyi sonlandırması gerektiğini ve halkların kardeşliği temelinde bir çözüm önerdi. Bu süreç, dönemin hükümetiyle yapılan müzakereler sonucu başlatıldı ve Öcalan’ın liderliğinde hem Kürt hareketi hem de Türkiye, silahların susması için bir yol haritası belirlemeye başladı.
Bu dönemde PKK, bir çözüm süreci için müzakerelere başladığını ilan etti ve çatışmaların sonlanması adına önemli adımlar atıldı. Ancak çözüm süreci, AKP iktidarının çözümsüzlük anlayışıyla tüketildi. 2015’ten sonra yeniden silahların konuşmasına neden oldu.
Mandela ve Öcalan’ın parallelleri
Nelson Mandela, Güney Afrika’da yıllarca süren zindanı, halkının özgürlüğü uğruna kabullendi. 27 yıl boyunca Robben Adası’nda kalırken, mücadeleyi terk etmedi. Özgürlüğünü kazandığında ise sadece kendi halkının değil, bütün bir ülkenin geleceğine yön verecek bir barış sürecini başlatmayı başardı. Mandela’nın tarihi çağrısı, “Özgürlük, yalnızca zincirlerimizi kırmak değil; başkalarının özgürlüğüne saygı göstererek kendi özgürlüğümüzü yaşamak demektir” şeklindeydi.
Abdullah Öcalan’ın yolculuğu da benzer bir direnişin hikayesidir. 1999’dan sonra İmralı’da geçirdiği yıllarda, hem halkının özgürlüğü için mücadele etti, hem de barış için stratejiler geliştirdi. Öcalan’ın 2013’te başlattığı çözüm süreci, Türkiye’deki en umut verici dönüm noktalarından biriydi. Ancak bu süreç, siyasi engeller ve bölgesel değişimlerin etkisiyle tamamlanamadı.
Yeni bir dönem: 27 Şubat Çağrısı
İşte tam bu noktada, 27 Şubat 2025’te Abdullah Öcalan, yeniden önemli bir çağrı yaptı. PKK’nin silahlı mücadelesini sonlandırmasını ve kendisini feshetmesini istedi. Öcalan, artık şiddetin sürdürülemez olduğunu belirterek, tüm grupların silah bırakmasını ve demokratik yollarla çözüm arayışlarına yönelmesini talep etti. Bu çağrı, Türkiye’nin uzun süredir süren çözüm sürecinin yeniden canlanması adına tarihi bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Öcalan, “Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilir,” diyerek, toplumsal uzlaşmanın ve demokratik çözümün önemini vurguladı.
Mandela ve Öcalan’ın barış çabası
Öcalan’ın 27 Şubat’taki çağrısı, Mandela’nın Güney Afrika’da gerçekleştirdiği barış sürecine benzer bir vizyonu işaret ediyor. Mandela, ülkesinde ırkçı apartheid rejimini sona erdirirken, intikam almak yerine uzlaşma ve barışı seçmişti. Güney Afrika’da yaşananlar, bir halkın özgürlüğü uğruna verilen mücadelenin sadece silahlarla değil, siyasi akıl ve cesaretle kazanılabileceğini gösterdi.
Türkiye’de de çözüm sürecinin yeniden başlaması, aynı şekilde barışçıl yollarla kalıcı bir çözüm arayışını simgeliyor. Abdullah Öcalan, “Silahlar değil, siyaset konuşacak” diyerek, PKK’nin misyonunun artık son bulduğunu ve yeni bir döneme geçilmesi gerektiğini savundu. Bu, sadece Kürt halkı için değil, tüm Ortadoğu için bir barış fırsatıdır.
Geleceğe umutla bakmak
Bugün, hem Mandela’nın hem de Öcalan’ın hikâyeleri, barışa giden yolun bazen uzun, bazen zorlu olabileceğini, fakat her durumda sonucun özgürlük ve eşitlik olması gerektiğini hatırlatıyor. Türkiye, şimdi yeniden bir çözüm sürecine şans tanımalı ve bu tarihi fırsatı değerlendirmelidir. Abdullah Öcalan’ın çağrısı, hem Türkiye’nin hem de bölgenin geleceği adına büyük bir umut ışığıdır. Bu, yalnızca bir halkın değil, tüm bir coğrafyanın kazanımı olacaktır.
Erdoğan diktatörlükten vazgeçmeli
Çözüm sürecine giden yolda Abdullah Öcalan, halkların özgürlüğü ve barışı için büyük bir emek harcamaya devam ediyor. 27 Şubat çağrısı, barışa dair umutları yeşertmek için atılan önemli bir adım olsa da, AKP iktidarı ve Recep Tayyip Erdoğan, bu sese karşı hala ciddi bir adım atmış değil. Kürt halkına yönelik baskılar, yıllardır devam eden ayrımcı politikalar ve şiddet, çözüm sürecinin önünde büyük engeller oluşturuyor Erdoğan, diktatörlükle yürütülen yönetim anlayışından artık vazgeçmeli ve halkların barış içinde bir arada yaşama arzusuna saygı göstermelidir. Türkiye, dönemin diktatörler devri değil, çözümün devri olduğunu anlamalı ve barışçıl bir geleceğe doğru cesur bir adım atmalıdır. Öcalan’ın çağrısı, sadece bir halkın değil, tüm Türkiye’nin kazanacağı bir barışa giden yolun işaretidir.